Bu yıl Cannes Film Festivali’nde yarışan “Küçük Joe / Little Joe”, Avusturya’nın önemli sinemacılarından Jessica Hausner’ın ilk İngilizce filmi. Mutluluk veren bir çiçek yaratan bilim insanı Alice’in hikâyesini merkeze alan film, Türkiye’de 27 Aralık’ta gösterime girdi. Alice’i canlandıran Alice Woodard’a Cannes’dan En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getiren filmi, Hausner’la konuştuk.
“Küçük Joe”nun çıkış noktası neydi?
Annelikti. Çocukla ebeveynler anne veya baba arasındaki sevgi filmi çekme nedenimdi. Çünkü zor bir konu. Toplumumuz annelerin çocukları sonsuza kadar seveceğini ve önceliklerinin bu olduğunu düşünüyor. Ama ya öyle değilse? Bunun bir tabu olduğunu düşünüyorum. Ya çocuğunuzun yanı sıra işinizi de çok seviyorsanız? O zaman iki hayat yaşıyorsunuz. Çözüm kolay olmuyor.
Bu çıkış noktasından mutluluk veren çiçeğin hikâyesi nasıl oluştu?
Her zaman annenin bir bilim insanı olması fikri aklımdaydı. Ayrıca “Invasion of the Body Snatchers” gibi insanların bedeninde istila temalı filmler hakkında çok düşündüm. Korku filmlerini severim. Bunun yanı sıra dediğim türden filmlerin ilk yarılarını çok ilginç bulurum. Bir karakterin “Bu kocam gibi gözüküyor ama kocam değil” dediği ve adamın tamamen normal göründüğü ilk yarılardan bahsediyorum. Uzaylılar gelmiş gibi banal çözümlemelerden öncesini. Bu filmlerin ilk yarısı gibi devam eden bir film çekme fikri bu yüzden doğdu. Bu iki meseleyi birleştirmek istedim. Ayrıca genetik bu günlerde önemli bir konu. O da eklendi.
Bu tür filmlerdeki çözümlemeleri neden ilginç bulmuyorsunuz?
Modern gelmiyor. Çünkü modern dünyadan birden fazla gerçeklik ve açıklama var. Tür filmlerini biraz eski moda buluyorum. O zamanlar her şeyin bir yanıtı var ve klasik bir son işliyor. Ama günümüzde işler böyle yürümüyor. Bence bizim gerçekliğimizde farklı doğrularla uğraşmamız lazım.
Sizin için bu filmdeki en büyük zorluk ne oldu?
En zoru kurguda, inanç ve inançsızlık üzerine doğru dengeyi bulmak oldu. İzleyiciye virüs problemi var mı diye düşündürüp, bir yandan da komplo teorisi mi sorusunu ayakta tutmak… İzleyiciyi, korku filmi mi psikolojik gerilim mi arasında bırakmak… Hangisi olduğunu konusunda sonu açık bırakabilmek… Çoğu filmimde bu var: Merkezde çözülemez bir sorun kalması ve izleyicinin kendi kararını vermesi…
Yanıt olmaması kafa karıştırıcı değil mi?
Ben kendi adıma bir yanıt ve açıklama yapılmasını daha kafa karıştırıcı buluyorum. Hayatta da filmlerde de böyle düşünüyorum. Tek bir doğru sunulduğunda bana yalan söyleniyor gibi geliyor.
Klasik sonların sizin için işlememesinin nedeni dünyanın değişmiş olması mı?
Evet. Bir konuya eğildiğimde farklı seçenekler ve yorumlarla karşılaşıyorum. Araştırma yaparken internette farklı açıklamalar var. Mesela bugünlerde bilim insanlarının doğru yanıt verdiğini düşünüyoruz. Ama sonra derine indikçe anlıyorsunuz ki bilim insanları da tahminde bulunuyor. Belki 150 yıl sonra farklı bir ideoloji gelecek ve bugünlere burun kıvrılacak.
“Küçük Joe”da kontrollü ve özgün bir görsel dünya söz konusu. Filmin görsel dünyasını nasıl yarattığınızdan bahsedebilir misiniz?
Filmin kendisine özgü bir dünyası olsun istedim. Bugünde geçiyor veya 10 yıl sonra gibi olsun istemedim. Set tasarımından saç tasarımlarına farklı gözüken, sürrealist bir dünya kurmak istedim. Şu zamanda geçiyor densin istemedim. Film, aslında bir annenin çocuğunu kaybetme korkusunu merkeze alıyor. Bir cadı da bir bitki yaratabilirdi örneğin. Dolayısıyla filmin masalsı bir hali de olsun diye uğraştım.

“Film okulu ataerkil ve muhafazakârdı”
Filmografinizdeki güçlü stili nasıl oluşturdunuz?
Özellikle şunu vurgulayayım: İnternette yazanların aksine Michael Haneke’nin öğrencisi değilim. Ebeveynlerim ressam. Sanat dünyası her zaman bana yakındı. Küçükken sürekli müze gezerdik. Tatilde deniz kenarına değil, Prag’a müze gezmeye giderdik.
Her resim hakkında konuşurduk. Bu, beni elbette çok etkiledi. Ama filmleri güzel sanatlara tercih ederim, daha eğlenceli. Gittiğim film okulu, ataerkil ve muhafazakârdı. Cinsiyetçi şakalar yapılırdı. Aldığım tek önemli öğüt, “Kendinin hoşuna gitmesi yeterli, başkalarının fikirlerinin önemi yok” oldu, diyebilirim.


Devami...