KAKTÜSLER VE RADYASYON

Prof. Dr. Murat Zencirkıran
3 Ocak 2017



Araş. Gör. Osman ZEYBEK


KAKTÜSLER ve YAYILMA ALANLARI

Dünya üzerinde bulunan kaktüsler Cactaceae familyası içerinde yer alan 127 cins içerinde bulunan yaklaşık 2000 türü olan bitkilerdir. “Kaktüs” kelimesi Antik Yunancadaki κάκτος, kaktos kelimelerinin Latinceye de aynı şekilde geçmesiyle günümüze kadar gelmiştir (2,9).
Kaktüsler; Amerika’ya özgü bitkiler olup çöl koşullarında gelişen (hatta dünyanın en kurak bölgesi olarak bilinen Atacama Çölünde yaşayabilen), yalnızca bir türü Afrika ve Sri Lanka’da bulunan (Rhipsalis baccifera), Patagonia’dan Kanada’nın batı kıyılarına kadar olan bölgede yaşayan sukulent bitkilerdir.
Kaktüsler çeşitli şekillerde büyüme gösterebilir. Bazı türler tek bir gövdeye sahip ağaç gibi, bazı türler çalımsı formdadır. Gövdeleri çok daha küçük olan kaktüsler küresel (globular) kaktüsler olarak isimlendirilir. Bu tip kaktüslerin silindirikten ziyade daha kısa, top şeklinde gövdeleri vardır. Globular kaktüsler soliter olabilir, ya da gövdeleri tek bir köke bağlı kümeler şeklinde silindirik kütlelerden oluşabilir. Tropikal bölgelerde yer alan kaktüslerden bazıları tırmanıcı ya da epifit olarak gelişme gösterir. Bu türler içerisinde yer alan Hylocereus türü 100 metreye kadar tırmanabilir. Rhipsalis ya da Schlumbergera gibi epifit kaktüsler, genellikle aşağı sarkık bir şekilde, ağaç dallarında gelişim gösterir.



Bilinen en uzun gelişim gösteren kaktüs türü, 19,2 m kadar boylandığı kayıtlara geçmiş olan Pachycereus pringlei (Cordon)’dir. En küçük tür ise yetişkin iken boyu sadece 1 cm civarında olan Blossfeldia liliputiana’dır. Diğer yandan, tamamen gelişmiş bir Carnegiea gigantea (Suquaro) türünün bir fırtına sırasında yaklaşık 760 litre suyu absorbe edebildiği söylenmektedir.
Günümüzde 141 kaktüs türü IUCN Red List’de yer almakta olup 25 tür Endengared (Tehlikede) ve 27 tür Critically Endengared (Çok Tehlikede) kategorisinde yer almaktadır.


İSİMLENDİRME ve SINIFLANDIRMA

Kaktüslerde ilk sınıflandırma 1737 yılında Carl Linnaeus ile başlamıştır. Bu konu bu tarihten sonra zor ve tartışmalı bir süreç geçirmiş olup oldukça karmaşık bir hal almıştır. 1984’te, Cactaceae’deki karmaşıklığı çözmek, cinslere dayalı bir sınıflandırma sistemini oturtmak için Uluslararası Sukkulent Bitki Çalışmaları üyeleri bir girişimde bulunmuş ve Uluslararası Cactaceae Sistematik Grubu (ICSG)’nu kurmuştur. Bu grubun kurduğu sistem, daha sonraki sınıflandırmalar için de kullanılmaya devam etmiştir. Detaylı incelemeler sonucunda, familya 125 – 130 cinse ayrılarak türler bu cinslerin bünyesinde toplanmıştır. ICSG sınıflandırması ile kaktüs familyası 4 alt familyaya bölünmüş, bunlar da 9 topluluğa ayrılmıştır. Bu alt familyalar şöyledir.


A. Pereskioideae alt familyası
Bu alt familyaya ait tek cins Pereskia’dır.
B. Opuntioideae alt familyası
Bu alt familyaya ait 15 cins bulunmaktadır.
C. Maihuenioideae alt familyası
Bu familyaya ait tek cins ve bu cinse ait iki türü vardır.
D. Cactoideae alt familyası
En büyük alt familya olup 9 topluluğa bölünmüştür. Tüm tipik kaktüsler bu gruptadır. Bu alt familyaya ait türler çok değişik coğrafyalarda yaşar ve oldukça değişik formlarda gelişme gösterir.


GENEL ÖZELLİKLER

Sadece üç grup kaktüs (Pereskia, Opuntia ve Maihuenia) hariç kaktüslerin büyük bir çoğunluğunda görünür yapraklar yoktur. Yaprakları olmayan çoğu türün ise aslında çok küçük, 0,5 mm civarında yaprakları vardır. Bu yaprakların işlevi genellikle fotosentez yapmak değil, daha çok auxin gibi bitkisel hormonların üretimini üstlenmektir. Kaktüsler su depolamaya yönelik adaptasyonlar geliştirmiş olup birçok türde gerçek yapraklar kaybolmuş ve bunun yerini yapraklardan modifiye olmuş iğneler almıştır. Kaktüs iğneleri, areoles adı verilen, bir tür kısalaşmış dal olarak işlev gören, özelleşmiş yapılardan üretilir. Botanik açıdan, “iğneler” dikenlerden ayrı yapılardır; iğneler modifiye olmuş yapraklardır, dikenler ise modifiye olmuş dallardır. Daha önce de belirtildiği gibi kaktüsler areoleslerden iğne üretirler. İğneler, Pereskia, Pereskiopsis ve Maihuenia gibi yapraklı kaktüslerde de görülür. Bazı kaktüsler sadece gençken iğnelere sahiptir. Bu durum özellikle Ağaç üzerinde yaşayan Rhipsalis veya Schlumbergera gibi türler için doğru bir tespit olup keza Aricarpus gibi toprakta yaşayan türler olgunlaştığında da iğnesizdir. Normal uzunluktaki iğnelere ek olarak, Opuntioidaeae alt familyasındaki üyeler, belirgin şekilde kısa iğnelidir, bunlara glochids denir ve deriye kolayca batabilir. Geri çıkarılması da zordur ve uzun süren tahrişe neden olur. Kaktüslerde yer alan iğneler tür tespitinde de kullanılır.
Areoles kaktüsler için tanımlayıcı bir ayrıntıdır ve sadace kaktüslere özgüdür. Çeşitlilik göstersede, tipik olarak yünsü ya da tüysü bir görüntü oluştururlar. Areolesler iğneye dönüşebildiği gibi çiçeğe de dönüşebilir.
Kaktüslerde gövde rengi çoğunlukla yeşil tonlarında olup bazen mavimsi yeşil ve kahverengimsi yeşil de olabilir. Gövdeler çoğunlukla mumsu bir dokudadır. Yapraksız, dikenli gövdeler, birçok kaktüs türünün belirgin bir özelliği olup genellikle yivli ve çıkıntılı nadiren pürüzsüzdür. Bu şekil bozukluğu sayesinde gövde yüzeyi genişlediği için daha çok su absorbe edilir. Gövde tipik olarak sukkulenttir, yani su depolamak üzere evrimleşmiştir. Tamamen dolu olduğunda bir kaktüsün ortalama % 90’ı su olabilir. Kaktüs su kaybettiği zamanlarda bu çıkıntılar daha da belirginleşir ve bitkinin gövdesi büzüşerek hafifçe küçülür.



Diğer sukkulent bitkiler gibi kaktüs türlerinin bir çoğu Crassulacean Acid Metabolism (CAM) adı verilen özel bir mekanizmaya sahiptir ve bu mekanizma fotosentezin bir parçası olarak değerlendirilir.
Kaktüs gibi sukulent bitkiler sıcak ve kuru ortamlarda yaşadıkları için diğer bitkiler gibi fotosentez yapmazlar. Diğer bitkiler ile benzer şekilde fotosentez yapmış olsalardı CO2 aldıklarında içlerindeki suyu vermek zorunda kalacaklar ve bu ekstrem koşullarda su rezervleri tükeneceği için de kurumuş olacaklardı. Bu nedenle kaktüsler diğer bitkilerden farklı bir solunum tekniği geliştirmişlerdir. C.A.M. ya da C.A.M. fotosentezi adı verilen bu sistem ile CO2, öteki bitkilerin aksine, geceleri havadan alınır ve gözenekler açıkken tutularak depo edilir. Gündüz ise, terlemeyi ve dolayısıyla su kaybını önlemek amacıyla gözenekler kapanır, fakat depo edilmiş CO2 aracılığıyla fotosentez sürer. Tek dezavantajı, bu yolla yapılan fotosentezin normalden daha az enerji sağlaması nedeniyle bitkinin büyüme hızının düşük olmasıdır. Kimi türler ise bol su bulunan zamanlarda normal fotosentez yapar, sonra C.A.M. fotosentezi kullanır. Kaktüs gibi kurakçıl bitkilerde görülen bu solunum yöntemi onların kurak bölgelerde yaşayabilmelerine imkân sağlamaktadır. Bu yolla kaktüslerin normal ağaç yapraklarındaki terlemenin 30’da 1’i kadar terledikleri belirtilmiştir. Diken biçimini almış yapraklar yüzey alanını en asgari düzeye indirmiş ve böylece terleme en alt seviyede tutulmuştur (10).
Kaktüslerin bir çoğunda kök boğazından toprağa yayılan ince kökler görülür. Copiapoa cinsinde olduğu gibi bazı kaktüs türlerinde kazık kök yapısı vardır ve kazık kökler gövde hacminden daha büyüktür. Bu durum özellikle silindirik şekilde gelişme gösteren kaktüslerin gelişimleri boyunca dengede kalmasını sağlar.
Kaktüs çiçekleri iğneler gibi çok çeşitlilik gösterir. Çiçekler çoğunlukla borazan şekillidir. Aktinomorfik veya zigomorfik çiçek yapısına sahip olan türler vardır. Renkleri beyazdan yeşile, kırmızıdan mora kadar değişiklik gösterebilir.


KULLANIMI

Birçok tür için barınak ve besin kaynağı olarak önem kazanan kaktüsler, Aztekler’den beri değerlendirilen özellikle Kuzey ve Güney Amerika yerlileri tarafından kullanılan bitkilerdir.
Kuzey Amerika’da peyote olarak bilinen Lophophora willimsii ve Güney Amerika’da San Pedro Kaktüsü olarak bilinen Echinopsis pachanoi türlerinin Amerikan yerlileri tarafından uzun süre kullanıldığına dair bilgiler mevcuttur. Bu iki tür “Mescaline” olarak bilinen kimyasalı ihtiva eder ki bu kimyasal kaktüs gövdesinin fotosentez sırasında geliştirdiği bir yan maddedir ve gövdede konsantre halde bulunur. Bu kimyasal psikolojik halin, algı ve bilincin değişmesine neden olur (2).
Günümüzde besin olarak (reçel, meyve, sebze) kullanılır ve kırmızı (karmin) boyası elde edilen cochineal (kırmız böceği) böceğinin ana sağlayıcısıdır. Diğer yandan kaktüsler, Kuzey Amerika yaban koyunları, antilop yer sincabı gibi birçok hayvan için önemli su ve besin kaynağıdır (1).
Kaktüsler, 15. yy’da Avrupalı kaşifler tarafından Amerika kıtasından getirilen ilk bitkiler arasında yer almakta olup bahçeler ve kolleksiyonerler arasında hızlı bir şekilde yayılmıştır. Süs bitkisi olarak kaktüs ticareti yıllar içerisinde önemli bir endüstri haline gelmiş ve bu durum birçok kaktüs türünün kıtalararası yayılmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, bu bitkilerin kurağa karşı yüksek dayanımları, Opuntia ficus-indica (L.) Mill. gibi türlerin sınır (çit) bitkisi olarak değerlendirilmesi vb. sebeplerde bu yayılmanın nedenleri arasında gösterilmektedir. Küresel iklim değişikliklerini en aza indirmek, arazi bozulması ve gıda güvenliğini azalması gibi sebeplerle FAO tarafından gelişmekte olan ülkelerde kaktüs yetiştiriciliğinin araştırılması için bir girişim yapılmıştır. Bu insan kaynaklı girişimlerin sonucu olarak kaktüs türleri dünyanın tamamı üzerinde bulunabilmekte, bu familyaya ait birçok üye dünya üzerinde en önemli yabancı türler arasında yer almaktadır (7).
Kaktüsler iklimin elverişli olduğu bölgelerde dış mekan süs bitkisi olarak değerlendirilmekte, diğer koşullarda ise saksı bitkisi olarak üretilerek kullanılmaktadır. Özellikle son yıllarda küresel iklim değişiklikleri sonucunda ortaya çıkan kuraklık problemine karşı kurakçıl peyzaj uygulamaları desteklenmekte olup kaktüsler kurakçıl peyzaj uygulamaları için tavsiye edilen bitkiler arasında başı çekmektedir.




KAKTÜS RADYASYON İLİŞKİSİ / KAKTÜSLER RADYASYONU ÇEKER Mİ?

Kaktüslerin her türlü elektronik cihazın yaydığı radyasyondan kişiyi koruduğu, özellikle televizyonların ve bilgisayarların yanına konulması halinde bu cihazların yaydığı radyasyonu diğer bitkilerden daha fazla emdiği iddiaları 1990’larda Doğu Avrupa ülkelerinde tüm dünyaya yayılmıştır. Ancak bu söylenti herhangi bir bilimsel araştırmaya dayalı olarak ortaya atılmamıştır.
Radyasyon uzayda yayılan enerji olup, insanoğlunun yaşadığı çevrenin bir parçasıdır. Diğer bir ifade ile Radyasyon; elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerjinin emisyonu veya aktarımıdır (3). X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve γ-ışınları elektromanyetik spektrumun farklı parçalarıdır ve tüm ışınım radyasyon olarak adlandırılır.
X ışınları ve γ- ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, oluşan radyasyon kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu radyasyona iyonlaştırıcı radyasyon adı verilir ve bunlar zararlıdır. Radyo dalgaları, mikrodalgalar, kızılötesi dalgalar ve görülebilir ışık ise daha az enerjiye sahip olup iyonlaştırıcı olmayan radyasyon olarak adlandırılır ve çoğunlukla zararsızdır.
Her cisim hem radyasyon yayar hem de radyasyonu emer (4). Örneğin; insanlar radyasyonu yayar; fakat aynı zamanda da emerler. Genel olarak bir insan bir yılda hava ve topraktan 1-10 milisievert radyasyon alır. Bunun dışında yaşadığımız evler, kullandığımız alet ve ekipmanlar, cep telefonları ve diğerleri hem radyasyon yayar hem de bunu emer.
Dolayısıyla, Kaktüsler de elektromanyetik radyasyonu belirli bir oranda absorbe eder (11). Ancak, her bitki veya çiçek fotosentez yapabilmek amacıyla ortamda bulunan ışığın temel birimi olan fotonları yani elektromanyetik kuvvetin bir bölümünü, radyasyonu belirli bir miktarda emer. Bitkiler zaten ortamdaki radyo dalgaları, mikro dalgalar, görünür ışık, morötesi ışınım ve kızılötesi ışınımın oluşturduğu elektromanyetik radyasyonu belirli bir oranda emerek ve bunu da havadan aldığı karbondioksitle birleştirerek kendisi için şeker yani besin üretir. Yani bitkilerin hayatta kalabilmeleri için ortamda bulunan ışığı yani elektromanyetik radyasyonu özümsemeleri gerekir. Her tür radyasyon su dalgası nasıl yayılıyorsa ya da ses dalgaları nasıl yayılıyorsa öyle yayılma gösterir. Her dalga gibi bir dalga boyları ve frekansları vardır. Elektromanyetik radyasyonun kaktüs tarafından absorbe edildiği iddiasını düşünürsek bu noktada sanki dalgaların yolu değiştirilip kaktüsün onları içine çektiği gibi bir imaj zihinde belirir ki bu iddia modern fiziğe aykırılık teşkil eder. Çünkü çok büyük bir kütle çekim gücüne sahip olan ve uzay zamanı büken karadelikler bile radyasyonu yolunu değiştirmek suretiyle ememezler, sadece uzay zamanı büktükleri için radyasyon dalgası kara deliğin içine doğru bükülüyormuş gibi gözükür. Yoluna devam eden hiçbir dalga herhangi bir madde tarafından çekilip alınamaz. Sadece bu dalganın yolunun üzerinde herhangi bir cisim varsa dalga ya yansıtılır ya emilir ya da içinden geçip gider. Bu nedenle kaktüs bitkisi sadece kendi üzerine gelen çok az miktardaki radyasyonu absorbe edebilir, dolayısıyla odadaki radyasyon kaynaklarından ortaya çıkan bütün radyasyonu çekemez.
Kaktüsün diğer bitkilerden ya da cisimlerden elektromanyetik radyasyonu emmede üstünlüğü vardır şeklinde yanlış bir ifadede bulunan çevreler tarafından kaktüsün çok fazla su içerdiği dolayısıyla bunun için iyi bir radyasyon emici olduğu ileri sürülmektedir(4). Suyun iyi bir radyasyon absorbe edici olduğu doğrudur. Tamamen dolu olduğunda kaktüslerde bulunan su miktarı % 88-90 arasında değişiklik göstermektedir. Diğer yandan hıyar % 96, kabak % 95, domates % 94, karpuz % 92, kereviz % 95, lahana % 92-93, turp % 95, greyfurt % 91 oranında su ihtiva etmektedir. İddia edilen konuyu bu çerçevede ele alacak olduğumuzda kaktüslerden daha yüksek oranda su ihtiva eden bahsi geçen sebze ve meyvelerin kaktüslerden daha iyi birer radyasyon emici olmaları gerekmektedir.
Sonuç olarak, kaktüslerin ortamda bulunan elektromanyetik radyasyonu çektiğine dair yapılan bilimsel bir araştırma sonucu henüz bilim camiası tarafından sunulmamıştır. Ancak, kaktüslerin iç mekânlarda kolaylıkla yetiştirilebilen ve az bakım gerektiren saksı bitkileri olarak kullanılabilecek nitelikte bitkiler oldukları da unutulmamalıdır.